Vefa……
Bu kelimeyi duyunca aklınıza haliç manzaralı tarihi evlerin bulunduğu İstanbul’da bir semt mi, çok uzaktan akrabamız olan Vefa dayımı;
yoksa, hatır bilme , sevme, sevgiyle bağlı olmak mı aklınıza geliyor.....
Artık insanların bir semt veya bir bozacı isminden ibaret sandıkları; belki de saydıkları, yeni neslin de "abi o ne demek?" diye sorduğu,
aslında nasıl da dolu, nasıl da insanlık kokan; unutulmuş, yitmiş, gitmiş bir kavram... Yokluğu da dostlukların yok olmasının başlıca sebebi.....
Sanırım, güvenmenin en yakın arkadaşı, belki de olmazsa olmazı, her kaybedilenin arkasından baktığında bulduğun tek eksik, fark etmeden
atladığın, yaşamadan anlamadığın, herkese veremediğin, zorlasan da hissedemediğin bir duygudur VEFA....
Bizzat şahit olduğum bir hadiseyi sizlerle paylaşmak istiyorum. Köyümüzden bir arkadaşla beş yıl beraber çalıştım. Arkadaşımın,
köyden kapı komşusu olan bir kişi bulunduğumuz şehre geldi. Burada bir buçuk yıl kaldı. Bu kişi, hemen hemen her hafta sonunu arkadaşımın evinde geçirdi.Bayram demedi,
tatil demedi, hastamıdır, morali bozuk mudur, herhangi bir problemi var mıdır, yok mudur....Her ziyaretinde memleketi dakikalar süren telefon görüşmesiyle, ziyaret etti.
Sarı ineğin yavrusundan, tarladaki soğandan, ölenden ve kalandan haberler aldı....Nihayet köye geri dönüş yaptı.
Arkadaşımla bu kişi, bundan 2-3 ay sonra köyde yolda karşılaşmışlar. Arkadaşımın karşıdan geldiğini gören vefakar dostumuz,
ilk aralık dan yolunu değiştirmiş. Bunu gören arkadaşım, peşinden koşmuş. O, önde arkadaşım arkada.Mahalleyi turlamışlar. Ama, ara sokaklarda izini kaybettirmiş.
Arkadaşım bunu bana anlatırken, sinir katsayısı tavana vurmuştu.Niye peşinden koştun diye sordum.Şu cevabı verdi. Yahu birader,
beni görünce elime sarılacağına, ara sokağa sarılınca kan beynime hücum etti.”Yakalasam ona iyi bir sopa çekecektim” demeyi de ihmal etmedi.
Köyümüzün dışında pek çok büyüğümüz, dostumuz ve arkadaşımız ikamet ediyor. Kimse bulunduğu yere kolaylıkla gelmemiştir.
Küçük de olsa yardımlar aldığı, desteğini gördüğü, elinden tuttuğu birileri mutlaka olmuştur. Kuşkusuz benimde oldu. Şimdi bunları görmezden gelmek,
yok saymak, eli öpülesi bu harika insanları unutmak VEFASIZLIKTIR.......
Buraya isimlerini yazmaya gerek görmediğim, ama kalbimin ve ruhumun en baş köşesine isimlerini kazıdığım, arayıp sorduğum,
ziyaretlerine gittiğim nice büyüklerim var.
Kasabamızın dışında ve özellikle de İstanbul da ikamet eden pek çok kişi var. Tamamı olmasa da pek çoğu birilerinin vesile
olmasıyla veya yardımıyla bulunduğu makama ve imkanlara kavuşmuştur. Şimdi kendisine el uzatanları görmezlikten ve tanımazlıktan gelmek hatta yolunu değiştirmek
VEFASIZLIKTIR.
Bir arkadaşım anlatmıştı. Kasabamızdan birisi Ankara dan Taşova’ya otobüs parası bulamıyor. Ve Terminalde kalıyor.
Arkadaşım otobüs işini hallediyor. Terminalde mahsur kalan kişi köye ulaştıktan bir ay sonra bile bu durumdan dolayı arkadaşımın yanına uğramıyor.
Bu hareketi nasıl beceriyor, hayret edilecek bir durum doğrusu.
Ana ve babalara yapılan vefasızlık örneklerinin hepsini buraya yazmaya kalksak roman olur. Bizleri büyütüp bulunduğumuz yerlere gelmemiz
için elinden gelen her türlü gayreti sarf eden bu insanlara bizler, bir selamı bile çok görüyoruz. Hatta ana ve babamızın köylü oluşundan utanıp çevresindeki
arkadaşlarına onları göstermemeye çalışanlarımız bile olmuştur. Nice Ana-babalar var ki evlatlarının yanından ağlayarak gerisin geri dönüp köylerine gelmişlerdir.
Ne çabuk unuttuk bamya, soğan ve buğday tarlalarını, harman yerini ve tarla sulamak için gecelediğimiz bozkırları......Kıt kanaat geçindiğimiz o, yokluk günlerini...
Babam dükkanda anlatırdı. Bir baba yıllardır köyüne, ocağına gelmeyen oğlunun evine gitmeye karar verir.” O, gelmezse ben giderim” der.
Baba çiftlik sahibidir. Giderken yükü de ağır olur. Teneke teneke yağ,bal,peynir,pekmez,çökelek,turşu v.s....Oğlunun evinin kapısını çalar.Kapıyı gelin açar.Baba, oğlunu sorar.
Gelin “siz kimsiniz” der.O da, “babasıyım” diye cevap verir. Gelin; Oğlunun iş yerinde olduğunu, kendisini de içeri alamayacağını söyler. Baba, mahsun ve üzgün olarak aşağı iner.
Evin önünde eşyaların yanında beklemeye başlar.Bu sırada durumu fark eden mahalle bakkalı, babayı dükkana çağırır. Akşama kadar oturur, dertleşirler.Akşam olunca evlat gelir.
Babaya ağız ucuyla “hoşgeldin” der. Eve çıkıp geleceğini söyler. Bir süre sonra tekrar gelir. Ve babaya;
-Haydi baba, sana bir otel bakalım” der. Anlaşılan gelin babayı evde istememiştir. Baba beyninden vurulmuşa döner. Bu sözün altında ezilmiş, adeta erimiştir.
Baba, oğluna “Oğlum şu eşyaları eve bırakalım” der. Evlat “ Bunlara gerek yok. Biz yemeyiz bunları. Sen geri götür istersen.” Der. Baba ısrar etsed e sonuç değişmez.
Artık film kopmuş, baba çılgına dönmüştür. Avazı çıktığı kadar yoldan geçen insanlara bağırmaya başlar.” buradan geçip de bir teneke almayanın...
Baba getirdiği malzemeleri yarım saatte dağıtır. Ve Köyüne geri döner.
Bazen de büyüğünü büyük, küçüğünü küçük bilmek, iyi günde ve kara günde dostlarını yanında görmektir VEFA...Bir arkadaşımdan dinlemiştim.
Şöyle diyordu " Arkadaşlarımla beraber sınavlara girdik. Onlar kazanamadı. Bir tek ben kazandım. Benimle beraber sınavlara girip de kazanamayan arkadaşlarım beni görüp belki
üzülürler, ben kazanamadım deyip hayıflanırlar diye, köyümde okulumun üniformasını okuldan eve ilk gelişlerim hariç bir kez bile giymedim.
Onlar beni aramasa da ben onları hep aradım"diye anlatmıştı. İşte budur VEFA....Düşündünüz mü hiç, siz ne kadar VEFALISINIZ...
Bu kelimeye dostmusunuz, düşman mı...
Yoksa şöyle mi diyorsunuz “Bir adamı seviyorsam kırk yıl aramasam, sormasam da seviyorumdur. O, bunu bilmese bile”...Küçüldükçe büyümek,
alçak gönüllülüktür VEFA.
En kötü hasletimiz; kibir ve gurur. Çekememezlik bizim neyimize. Birlik ve beraberlik tarumar. Kimi, niye istemiyoruz.
Bir basamak yukarıda oluşu niye zorumuza gidiyor. Bir basamak yukarıdaki aşağıya niye gökdelenden bakıyor. Küçük dağları ben yarattım edasıyla yürüyüş,
davranış ve tavırdan kim ne kazanmış.
Yaşadığı yerde samsun içip, köyde Marlboro içmekle kime neyi ispatlıyor. Şuan icra ettiği iş ne olursa olsun,
kendimden bir yaş bile büyük olan her kimseye "abi" diye hitap etmişimdir.
Filan şehrin varoşlarında çalışıp, köyünde kimi görse ismiyle hitap etmekle
insanların nezdinde everes tepesinin en dibinde olduğunun farkında bile değil. Bütün bunları seslendirmesek de, biz bunlarla beraber yaşıyoruz.
Ayaküstü yapılan üç beş dakikalık sohbetlerde bile bu konular konuşuluyor. Demek ki hepimiz çok rahatsızız bu durumdan.
Aynı toprağın çocukları olarak Vefasızlıklara bir son vermenin zamanı çoookktan geldi de geçiyor.
Bizim orda geceleri ayaz olur,soğuktan nefesi donar insanın. Benim orada boncuk isminde bir köpeğim var . O köpeği ben besleyip büyüttüm.
Beni 300 metre öteden görsün zincirini koparıp yanıma gelmek için çıldırasıya coşkulanır, Gece gündüz kapımızda nöbet tutar, işte o soğuk gecelerde ben dışarı cıkarken,
boncuk beni görüyor ya hani, gitme diyen gözlerle sessiz ve durgun bakar ya öyle...Ve ben soğuktan yüzüm ve ellerim morarana kadar beklerim ya yanında...
İşte budur VEFA
Zannetmeyin ki, bütün bunlar şahsımla alakalı. Ben özellikle, kasabamızda doğup büyüyen ve şuanda da hem köyümüzde ikamet eden,
hem de dışarıda ikamet eden tüm köyümün insanlarının hislerine tercüman olmak istedim.Yazımıza bir türkünün iki mısrasıyla son verelim.
“El vefalı çıktı senden...Ölsem haberin yok benden”